“Az” konuşan fakat “öz” konuşan büyükler vardır. Babam da bunlardan biridir. Çok sık bir
arada olamadığımız için benim için bu “öz” konuşmalar daha kısa olur. Birkaç yıl önce
öyle bir laf söyledi ki sustum kaldım. Uzun süre kafamın içinde dolandı söylediği cümle.
“Strese girenin imanından şüphe ederim!” demişti babam.
Stresle ilgili kitaplar okuyan, zaman zaman “stresle mücadele” konusunda seminerler veren
biri olarak, cümleyi çok ağır bulmuş olsam bile, kafamın içinde cümle dönüp durdu uzun
zaman. Yaşadığımız yüzyılın en önemli problemlerinden biri olan stres hakkında bu kadar
kesin ve keskin bir ifade duymamıştım.
Geçen yıl memlekette bir arkadaşla otururken hayatın sıkıntıları ve zorlukları
konuşulmaya başlanınca bende kendisine stres ve stresle mücadele hakkında bildiklerimi
anlatmaya başladım. Arkadaşım da benimle birikimlerini paylaşıyordu. Bir ara babamın
söylediği “Strese girenin imanından şüphe ederim!” lafını attım ortaya. Arkadaşım “doğru
bir cümle” dedi. “Hatta bir insan stres yüzünden hasta olursa Allah o insana bunun
hesabını bile sorar” dedi.
* * * * * * * * *
Stres, halkın bildiği ve kullandığı anlamıyla, sıkıntıları kafaya takmak demektir.
Sıkıntılar insanı mutsuz ediyor. Mutsuzluk insanı hasta ediyor.
Kimisi hastalıklarla mücadele etmekten yoruluyor. Mutsuz ve hasta oluyor.
Kimisi ailesiyle problemler yaşamaktan bunalıyor.
Kimisi çocuklarıyla baş edememenin sıkıntısını yaşıyor.
Kimisi maddi sıkıntılarla boğuşuyor.
Kimisi çevresindekilerin kendisini anlamadığından dert yanıyor.
Kimisi bir sevdiğini toprağa verince hayata küsüyor.
Hayatta insanı strese sokan o kadar çok şey var ki. Herkes kendisine dert edecek bir
sıkıntı bulabilir.
Stresle iman arasında bir bağlantı var mı dersiniz?
Sıkıntılarla dolu bir hayat denilince benim aklıma hep Peygamberler geliyor. Allah
Peygamberlerin kıssalarını ayrıntılarıyla bize niçin aktarıyor dersiniz? Okuyup, ibret
almamız için değil mi?
Peygamberlerin hayatlarından yola çıkarak bazı sorular sormak istiyorum.
Hz. Eyyüb’ü hastalıkla imtihan eden Allah, bizi de aynı imtihana tabi tutma hakkına sahip
değil mi?
Hastalığı kafaya takıp bunalıma giren insan “Allah’ım beni niçin hastalıkla imtihan
ediyorsunuz ki?” demiş olmuyor mu?
Hz. Nuh’u oğluyla imtihan eden Allah, sizi evlatlarınızla imtihan edemez mi?
Hz.İbrahim’i babasıyla imtihan eden Allah, sizi öz babanızla imtihan edemez mi?
Hz. Lut’u eşiyle imtihan eden Allah’a, “Beni niçin eşimle imtihan ediyorsun ki?” deme
hakkına sahip olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?
Hz. Yusuf’u kardeşiyle imtihan eden Allah, belki sizi de kardeşlerinizle imtihan
ediyordur!
Tüm peygamberlerin hayatları sıkıntı (imtihan) dolu olduğuna göre, bizim hayatımızda da
bazı sıkıntıların olması hayatın bir parçası değil mi?
Anne veya babasını kaybedince bunalıma giren bir insan Allah’a “Benim annemi / babamı
niye alıyorsun ki?” deme hakkına sahip olduğunu mu sanıyor?
“En büyük acı evlat acısıdır!” denir. Bu acıyı yaşayan anne babalar “Allah kimseye
yaşatmasın!” derler.
Alemlere rahmet olarak yaratılan Hz. Muhammed Mustafa’ya bile torpil yapmayan
Yaratıcının, bize torpil yapmasını beklemeye hakkımızın olmadığını hiç düşündünüz mü? Beş
defa evlat acısıyla imtihan edilmiş bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu bilmek zorundayız.
“Kardeşim onlar Peygamber, biz insanız” diye kimse itiraz etmesin. Peygamberler de bizler
gibi üzülen, ağlayan, Allah’a sığınan insanlardı. Allah tarafından özel seçilmiş
oldukları gerçeği “insanı” acılara tepkisiz kalacakları anlamına gelmez. Bize düşen
hayatı doğru anlamaktır. Unutmamalıyız ki, Peygamberlerine torpil yapmayan Allah, bize de
torpil yapmaz.